19 Mayıs 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Ehven-i Şerr Üzerine
Ehven-i Şerr Üzerine

Ehven-i Şerr Üzerine MUHAMMED İSLAMOĞLU

“Mecelle’nin küllî kaideleri-İlk 100 Madde” adlı kitapta, “Madde 29. Ehven-i Şerreyn ihtiyar olunur” maddesi açıklanırken şöyle bir misal verilmiştrir:

“İki zalim, devletin başına geçmek için aday olsa, başkası da bulunmasa, ikisinden daha az zalim olanı seçilir, çünkü devletin başsız kalması mümkün değildir.”1

Mecelle’nin şerhinde ve bu konuda yazılmış hiçbir eserde böyle bir misal yer almadığında ve bu misal, İslâm’ın akidesiyle fıkhına aykırı düştüğünde dikkatimizi çekti... Bundan dolayı bu çok önemli konuyu yeniden araştırdık... Bu konuda yazılan eserleri inceledik ve sonucunu özet olarak beyân ediyoruz...

“Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye”nin “Makale-i Sâniye-Kavâid-i Fıkhiyye Beyânındadır” bölümünde yer alan yüz fıkhî kaidenin 28 ve 29. maddeleri şunlardır:

“Madde 28 – İki fesâd teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır.

Madde 29 – Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.”2

Bu iki maddenin bugünkü söylenişi, sadeleştirilecek olunursa şöyledir:

“Madde 28 – İki fesat karşı karşıya geldiğinde en hafif olanla, en büyüğünün çaresine bakılır.

Madde 29 – İki şerrin en hafifi şeçilir.”3

Başta, Mecelle’nin meşhur şarihi “Hoca Eminefendizâde Ali Haydar Efendi’nin, “Dürrü’l-Hükkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm” adlı meşhur eseri olmak üzere bu konuda yazılan eserlerde yer alan misalleri topluca kaydedelim:

“Biri büyük diğeri hafif olmak üzere iki fesâd karşılaştığında daha hafifini işlemek ile daha büyüğünün def ve izâlesi çaresine bakılır. Yani daha hafifini işlemek, büyüğünün def’inin çâresi olmuş olur. Zira harama mübaşeret etmek, yani direkt olarak bir haramı işlemek, ancak zaruret hâlinde olur.  Bu zaruretten ise, fazlası ile istifadede bulunmak câiz değildir.

Bir mahallede yangın vukuu bulmakla bir kimse, evin sahibinin izni olmaksızın (yanan ev) yıkıp da orada yangın kesilse, eğer veliyyi emrin (bölge yöneticisinin) emri ile yıkılmış ise, tazmini lazım gelmez. Çünkü o kimse, mezkur hâneyi yıkmasa idi, yangının etrafa sirayeti ile hasıl edeceği zarar, ev sahibinin evinin yıkılmasından dolayı terettüb edecek zarara nisbetle daha büyüktür. Bunun için ‘etrafa sirayet’ fesâdı ile evin yıkılıp da ev sahibinin mutazarrır olması fesâdı çatıştığından ikinci fesâd daha hafif olmakla onu işlemekle daha büyük olan birinci fesâdın çaresine bakılır. Fakat çatışan fesâd, biri diğerine müsâvî olursa, mübtelâ olan, hangisini dilerse onu ihtiyar eder (seçer).

Meselâ, bir adam, gemi ile giderken gemi tutuşup söndürülmesi kabil olmasa ve gemide durduğu hâlde yanacağı, denize atladığı zaman boğulacağı muhakkak oldu. İmam-ı A’zam’a göre burada, iki fesâd müsâvî ve o adam muhtardır. Dilerse, kendini denize atar, dilerse gemide oturur yanar. İmameyn’e göre ise, denize atılması, kendi fiili ile kendisini helâk etmek olduğundan iki fesâd müsâvî olmakla gemide oturup sabreder.

Kezâ bir şahıs, başkasını alıp yüksek bir yere çıkararak:

-Ya buradan kendini aşağı atacaksın yoksa seni öldürürüm, diye tehdid ve icbâr etse, burada da yukardaki meselenin aynısı câridir.

İmameyn’e göre, sabreder, yüksek yerden kendisini aşağıya atmaz. İmam-ı A’zam’a göre, dilediğini yapar.

Kişi ayakta iken, namaz kılar ve (yarasından) kan akarsa, oturacağı zaman kan akmaz ise, o zaman oturarak namazı kılması lazımdır. Rükuu ve sücudu imâ sureti ile yapar. Zira secdeyi terk etmek, namazı terk etmeye oranla daha az hafif olandır. Nafile namazların kılınmasında ise kişi, hayvan üzerinde olursa, secdeyi isterse terk edebilir.

Kadın ayakta namaz kılarken avret mahalli açılacak olursa, oturarak namaz kıldığında avret mahalli açılmayacak olursa o kadın, oturarak namaz kılar. Çünkü kıyamın terki, setr-i avrete göre daha ehvendir. Terk edilmesi daha kolay olur.

Dar durumda kalan bir şahıs, açlık tehlikesi ile karşılaştığında ölü hayvan eti ile başkasının malı ortada olsa, ölü hayvan etini yemesi daha ehvendir. Bazı Hanefîler de, başkasının malını yemesinin, ölü hayvan etini yemekten daha efdal olduğunu söylemişlerdir.

Bir kişinin hayvanı, başkasının kıymetli bir taşını, mesela incisini yutsa bakılır. Eğer inci, o hayvandan kıymetli ise inci sahibi, o hayvanın kıymetini verip ona sahib olur. Bilakis hayvanın kıymeti fazla ise hayvan sahibi, incinin kıymetini sahibine verir, hayvanın kesilmesi cihetine gidilmez.

Bu ve buna benzer misalleri çoğaltmak mümkündür. Hasılı, İmam-ı A’zam’ın dediği gibi:

“Kişi, iki belâ ile karşılaştığında zararı, günahı az olanı tercih etmesi evlâdır.”

İki şerden en ehven olanı tercih edilir.

Yani bir kimse, iki şerden birini işlemek mecburiyetinde kalsa, bunlardan nisbetçe hafif olanı tercih eder. Çünkü zaruret bununla bertaraf olur. Büsbütün inkâr edilen bir hakkın bir kısmını iskat ile diğer bir kısmını kurtarmak bu kabildendir. Zaruret bulunmadıkça, harama mübaşeret olunamaz. Ziyâde hakkında ise zaruret yoktur.

Meselâ, bir dağ üzerindeki bahçe ile beraber alt tarafındaki diğer bir bahçe üzerine yıkılıp düşmek gibi bir olayda kasd ve ihanet olmaksızın bir kimsenin elinden çıksa, kıymetçe en az olan, çok olana tâbi olur. Yani kıymeti çok olanın sahibi, kıymeti az olan malın tazminatını ödeyerek o bahçeye sahib olur.

Yine bir şahsın ineği, komşusunun bahçesindeki çanağına başını soksa ve bunları ayırmak mümkün değilse, o zaman kıymeti çok olanın sahibi, kıymeti az olana o malın (az olan malın) bedelini ödeyerek onu satın alır ve o mala mâlik olur. Çünkü malca kıymetli olan, malca kıymeti az olana zâmin olur. Böylelikle iki şerr arasındaki en hafif olanı tercih etmek asıl olur.”4

Hakikat bu!..

Değişmez fıkıh kaidesi, ancak İslâm’ın cevâz verdiği amelî konularda geçerlidir... İki şirkten birisini, iki küfürden birisini veya iki zulümden birisini ya da iki zalimden birisinin tercihiyle herhangi bir ilişkisi yoktur... “İkrâh-ı mülcî” olmadığı müddetçe bunlardan birisinin tercihi söz konusu olamaz... Bu ruhsat ile amel eden, Allah’ın verdiği hakkını kullanmış olur ki, asla kınanmaz. Zaruret durumu, ondan başka hiçbir çâre kalmayan hayatî meselelerde geçerli olur ki, helâl olan bütün çıkış yollarının tamamen kapanmasıyla gündeme gelir!..

Söz konusu profesörün dediği iki zalim devlet başkanı adayından daha az zalimi seçmek, hangi devlette ve hangi ülkede olur, acaba?!.. Eğer İslâm Devleti ve İslâm ülkesinde, yani İslâm Dini’nin bütün kurum ve kuruluşlarıyla egemen olduğu “Daru’l-İslâm”da ise, böyle bir seçim asla gündeme gelmez ve tâ başta buna rıza gösterilemez!..

Çünkü:

“Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah, İbrahim’e): ‘Seni,  şübhesiz insanlara imam (önder) kılacağım’ dedi. (İbrahim:) ‘Ya soyumdan olanlar?’ deyince (Allah:) ‘Zalimler, Benim ahdine erişemez’ dedi.”5 buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, zalimlere lânet etmiş ve onlara karşı tavırlı olmayı, onlara asla meyletmemeyi emir etmiştir:

“Haberiniz olsun, Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir.”6

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’dan başka velîleriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”7

Abdullah b. Abbas (r.anhuma), zulmedenler hakkında:

“Küfür, şirk ve masiyetlerle nefislerine zulmedenlere” demiştir.8

Katâde (rh.a.) der ki:

-Buyruk, zalimleri sevmeyin ve onlara itaat etmeyin anlamındadır.

İbn Cüreyc:

-Onlara hiçbir şekilde meyletmeyin anlamındadır, demiştir.

Ebu’l-Aliye ise:

-Onların amellerine razı olmayın, diye açıklamıştır ki, hepsi de birbirine yakın açıklamalardır.

İbn Zeyd der ki:

-Burada rükûndan kasıd, zalimlere yağcılık yapmaktır. Bu da, onların küfürlerini tepki ile karşılamamak, reddetmemek demektir.

Bunları kaydeden İmam Kurtubî (rh.a.), daha sonra şu açıklamada bulunur:

“Bu ayet-i kerime, kâfirler ile bid’at ehli ve onların dışında türlü masiyet işleyen kimseleri terk edip onlardan uzaklaşmaya delildir. Çünkü bu gibi kimselerle sohbet ve arkadaşlık küfür ve masiyettir. Zira arkadaşlık ve sohbet, ancak sevgiden dolayı söz konusudur.”9

İslâm’ın bütün kurum ve kuruluşlarına egemen olduğu “Daru’l-İslâm’da, Allah’ın indirdiğiyle hükmeden âdil devlet başkanı, yani imam ya da halife seçiminin nasıl olduğu ile ilgili eserlerde ve fıkıh kitablarında şartlarıyla beraber en ince noktasına kadar beyân edilmiştir...10

Eğer devlet İslâm Devleti ise ve iki zalim devlet başkanı olmak için aday olmuşlarsa, ülkedeki müslümanlar, bu zalimlerden az zulmedeni seçmek değil, iki zalimin de zulümlerini engellemek için harekete geçmelidirler... Onları, Allah’ın haram kıldığı zulümden alıkoymalıdırlar... Bu görev, mü’min müslümanların olmazsa olmaz ânın vâcibi olan kulluk görevidir... Şahid, vasat ve hayırlı ümmetin görevidir bu! Hayırlı ümmet olmanın hem özelliği, hem de vâcib olan şartıdır!..

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, ma’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker (kötü ve zulüm) olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.”11

“(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.”12

Ebu Zerr (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“(Allah) şöyle buyurdu:

-Ben zulmü kendime haram kılmışımdır. Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Bundan dolayı birbirinize zulmetmeyin!”13

Enes (r.a.) anlatır:

Rasulullah (s.a.s.):

“(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine zalim iken de, mazlum iken de yardım et!” buyurdu.

Sahabîler:

-Ya Rasulallah, şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

Rasulullah (s.a.s):

“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu, zulümden alıkorsun).” buyurdu.14

Kadın olsun, erkek olsun Aziz İslâm Milleti’nin her ferdinin vazgeçilmez ve ertelenmez vazifesi, zulmü ortadan kaldırmak ve zalimi engelleyip ıslah etmektir... Yoksa zalimlerden bir zalimi seçmek, onu devletin başına görevli kılmak, seçimde ve seçilmede ona yardımcı olmak, mü’min müslümanın vazifesi olmadığı gibi, böyle bir hatâ onu, zalimin zulmüne ortak eder ve zalimlerden birisi de o olur...

Yegâne İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’dan korkup sakının. Gerçekten Allah (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”15

İslâm’ın hükümleriyle egemen olduğu “Daru’l-İslâm”da durum bu!.. Ancak Allah’ın, İslâm’a ve mü’minlerin düşmanları tarafından işgal edilen, küfür ve şirk kanunlarıyla yönetilen, İslâm’ın hükümlerinin geçersiz kılındığı, o hükümlerle hükmedilmesinin yasaklandığı, bu isteği yerine getiren mü’min müslümanların cezâlandırıldığı, daha önce “Daru’l-İslâm” iken, “Daru’l-Harbe” dönmüş beldelerde nasıl davranılmalıdır? sorusunun cevabını iyi araştırmak ve İslâm’daki yerini delilleriyle bilip gündeme getirmek gerekir!.. İslâm fıkhında bir çıkış yolu var ise onunla amel etmek ânın vacibidir!.. Eğer yok ise, gayr-i İslâmî yönetimlerden ve İslâm’dan uzaklaştırılarak cahil bırakılmış halktan müstağni İslâm âlimlerin bir araya gelip ümmetin bu meselesini İslâmî usule uygun bir şekilde hâlletmeleri onların üzerine ânın vâcibi bir kulluk görevidir...

İslâm fıkhına müracaat edildiği takdirde, Rasulullah (s.a.s.)’in vârisleri olan âlimlerimizin16 en olumlu ve amel edilmesinin vâcib olduğu beyân edilen görüşün şu görüş olduğunu görmekteyiz...

Ömer b. İbrahim b. Nuceym el-Mısrî el-Hanefî (rh.a.), en-Nesefî (rh.a.)’in “Kenzu’l-Dekâik” adlı eserine yazdığı şerh olan “en-Nehru’l-Faik” ismindeki eserinde şöyle der:

“İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir.”

İbn Nuceym (rh.a.)’in işaret ettiği ve âlimler tarafından kabul görüp tavsiye edilen görüşü, allâme İbn Âbidin (rh.a.), “Reddü’l-Muhtâr Ale’d-Dürrü’l-Muhtâr” adlı meşhur eserinde, İbnü’l-Hümâm (rh.a.)’in “Fethu’l-Kadîr” adlı kabul gören eserinden nakleder...

İbn Nuceym (rh.a.)’ın: “Bu görüş istikametinde amel edilmelidir.” dediği görüş şudur:

“Eğer görev verecek sultan yoksa veya kendisinden görev alacak bir yetkili bulunmazsa –ki bazı müslümanların yaptığı bölgelerde olduğu gibi- o bölgelere gayr-i müslimler hakim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya müslümanlar mahkum durumunda, gayr-i müslimler hâkim durumundadırlar. Kurtuba’da bugün olduğu gibi, yani Endülüs’te bulunan durum gibi.

Bu durumda ne yapmalıdır?

Gerekli olan, müslümanların kendi aralarından birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vâcibtir. Onu, kendilerine idareci olarak seçerler, o da kadı tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadislerin yargı organlarına aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam da nesbederler.”17

Yine “Fethu’l-Kadîr”den naklen:

Gayr-i Müslimlerin bir yere girmeleri, orada ekseriyeti teşkil etmeleri, orayı zabtetmeleri hâlinde, İslâm ülkesi tarafından tayin edilmiş bir vali bulunmadığı takdirde, orada yaşayan müslümanlara kendi işlerini idare edecek, cumalarını kıldıracak bir görevli ve vali tayin etmek vâcibtir.”18

İşgal edilmiş İslâm topraklarında İslâm’ı yönetimden, yargıdan, ekonomiden, eğitimden ve sosyal hayattan uzaklaştırıp İslâm hükümleriyle hükmedilmesini yasaklayarak hevâlarından kaynaklanan hükümlerle hükmeden egemen güçlerin esaretindeki müslümanlara düşen ânın vâcibi görev, İslâm âlimleri tarafından böyle beyân olunmuştur... Müslüman olduklarını beyân edenlere düşen, bu mukaddes kulluk görevlerini emrolundukları gibi dosdoğru davranarak hakkıyla yerine getirmeleridir!..

Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ’nın mü’min müslüman kulları için hayat önderi ve örneği19 kıldığı en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in, laik-demokratik, parlamenter bir şirk devletinin egemen olduğu Mekke ülkesinde davrandığı gibi davranmak gerek...

Laik-demokratik parlamenter sistem olan Mekke şirk devletinin temsilcisi Utbe b. Rebia, Rasulullah (s.a.s.)’e şu teklifte bulunur:

-İstediğin liderimiz olmaksa, senin sancağının altına gireriz ve hayatta olduğun sürece bizim liderimiz olursun.20

Rasulullah (s.a.s.), Mekkeli müşriklerin, laik-demokratik şirk devletlerine, onların kanunlarıyla yönetmek üzere devlet başkanları olmasının teklifine karşılık, Fussilet Sûresi’nin ilk on üç ayetini okuyarak cevab verdi ve bu tekliflerini reddetti...

Laik-demokratik Mekke şirk devletinin yetkililerin diğer bir teklifi:

Onlar:

-Ya Muhammed, gel sen bizim dinimize tâbi ol. Biz de senin dinine tâbi olalım. Bir yıl sen bizim ilâhlarımıza ibadet et, bir yıl da biz senin ilâhına ibadet edelim.

Bir yıl biz sana tâbi olup itaat edelim, bir yıl sen bize tâbi olup itaat et... Bir yıl senin dinine göre hareket edelim, yani sen bizi yönet, bir yıl bizim dinimize göre hareket edip bizim yasalarımıza tâbi ol tekliflerine cevab olarak “Kâfirun Sûresi” inzâl oldu ve Mekkeli müşriklerin teklifleri reddolundu...21

Laik-demokratik Mekke şirk devletinin, Rasulullah (s.a.s.)’e son teklifleri:

İbn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:

Umeyye b. Halef, Ebu Cehl b. Hişam ile Kureyş’ten diğer bazı kimseler, çıkıp Rasulullah (s.a.s.)’in huzuruna geldiler.

O’na:

-Ya Muhammed, gel bizim ilâhlarımıza el sür de, biz de seninle birlikte dinine girelim, demişlerdi.

Kavminin O’nu terk etmiş olması, O’na çok ağır gelmişti. Kavminin müslüman olmasını arzu ediyordu. Bu sebeble onlara meyletti. Bunun üzerine Allah, bu ayet-i kerimeleri (İsra, 17/73-75)22  inzâl buyurdu.23

Rasulullah (s.a.s.), Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın uyarmasıyla, laik-demokratik Mekke şirk devletinin yöneticilerinin bu teklifini de reddetti...

İşte, muvahhid mü’min müslümanların erkeğiyle, kadınıyla iman edip kendisine itaat ettikleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in, laik-demokratik şirk devleti olan o günkü Mekke devletinin yetkililerinin tekliflerine net cevabı bunlardır...

İşte, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti ve işte, İslâm âlimlerinin fetvası!..

Mü’min müslümanların tam teslimiyet ile tâbi olup itaat edecekleri bundan başkası değildir!..

Katıksız imanımızla, bütün amelimizle teslim olduğumuz hakikat budur!..

Olmazsa olmaz hakikat bu iken, nasıl hareket edeceğimiz bizlere apaçık beyân edilmiş iken, bu delilleri ve nassları bırakarak fıkhî bir ilke olan “ehven-i şerri” gündem ederek küfür ve şirk yasalarıyla yönetenleri ve yönetimleri söz konusu edip bu zalimlerden “daha az zalim olan seçilir” denilebilir mi?.. Denilmekten öteye Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyi yasaklayan ve Allah’ın hükümlerine karşı koydukları yasalarla hükmedenler tercih edilir mi?..

Sorularına cevab ararken, laik-demokratik “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” hatırımıza gelmektedir...

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın altmış sekizinci maddesinin ikinci bendi şöyle:

“Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.”

Bu maddenin “gerekçe”sinde şunlar yer alır:

“Siyasî partilerin, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsuru olduğu yeniden vurgulanmış ancak ister muhalefette, ister iktidarda olsunlar deyimine ihtiyaç duyulmamıştır. Demokraside partiler, demokrasi kuralları içinde muhalefet ve iktidar partisi rolünü oynarlar.”24

Laik-demokratik ve gayr-i İslâmî bir düzen olan Türkiye Cumhuriyeti devletinde uygulanan demokrasinin birer unsurları, yani bir bütünün parçaları olan ve kendilerine biçilmiş rollerini, demokrasi kuralları içinde ister muhalefette, ister iktidarda olsunlar en ideal ve istenilen ölçüde oynayan demokratik partilerin hangisi, hangisinden ehvendir acaba?..

Demokratik siyasî hayatta, hiçbir siyasî parti, demokratik kuralların dışına çıkamaz ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeleri asla söz konusu olmadığı gibi, gayr-i İslâmî hükümlerle/kanunlarla/yasalarla hükmetmek zorundadırlar... İster iktidar olsunlar, isterse muhalefette bulunsunlar, her iki hâlde de onlara biçilen rollerini oynamakla mükelleftirler... Bu, demokrasi oyununun vazgeçilmez ve olmazsa olmazıdır...

Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin kâfirlerin, zalimlerine ve fasıkların tâ kendileri oldukları ayet-i kerimelerine25 iman ettiğini söyleyenler, Allah’ın indirdiği hükümlerle asla hükmetmemek oyununda rol alabilir mi? Ne niyetle olursa olsun bu oyundaki rolünü başarıyla ve noksansız oynayanları birbirine tercih edip zalimlerden bir zalimi seçerek “ehven-i şerri” gündeme getirebilir mi?..

Kendilerine biçilen demokratik rollerini, “Anayasa”nın seksen birinci maddesi gereği içtikleri anda görev süreleri boyunca sadık kalarak emrolundukları şekilde ideal başarıyla oynayan milletvekilleri ve partiler, Allah’ın indirdiği hükümleri yasaklayarak ilâhlaştırdıkları hevâ ilâhının26 yasalarına göre yönetimi gerçekleştirmektedirler... İktidar, muhalefetin desteğiyle bu görevini yerine getirmektedir... Onlar, demokrasi oyunu gereği rollerini başarıyla oynamaya devam ederken, onları destekleyip yardım edenler ve bu oyunda kendilerini temsil edip onların adına rollerini devam ettirmeleri için vekil seçenlerin durumları ne olur?..

Kendisini müslüman kabul eden ve gerek asâleten, gerekse vekâleten demokrasi oyununda rol alanlar, bu soruya, kıyamete kadar bakî olup asla değişmeyen yegâne hayat nizâmı İslâm’a sorup cevabını alsınlar... “Kur’ân, Sünnet, İcmâ ve Kıyas” delillerine müracaat etsinler, bakalım “ehven-i şerr”in tercihi gündeme gelebilecek mi? Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen iktidardakiler mi ehven-i şerr, yoksa onlara destek veren muhalefettekiler mi?

Verilen misaller ve yapılan açıklamalardan sonra, her düşünebilen ve idrak eden şuurlu kişi, İslâmî ölçülerde konuyu çok güzel anlayıp doğru bir karar vereceğini umarız!.. Demokrasi oyununda iktidar ve muhalefet rollerini oynayanların oyunlarına gelmeyeceklerini dileriz!..

“Aklını kullanan bir toplum için.”27

  1. Prof. Dr. Osman Öztürk, Mecelle’nin Küllî Kaideleri-İlk 100 Madde, İst. 2019, sh. 34
  2. Açıklamalı Mecelle, Hzr. Ali Himmet Berki, İst. 1990, sh. 21.
  3. Sadeleştirilmiş Mecelle, Hzr. İbrahim Ural-Salih Özcan, İst. 1995, sh. 27.
  4. Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-Hükkâm şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, Hzr. Raşit Gündoğdu-Osman Erdem, İst. 2017, c. 1, sh. 88-89. (İkinci baskı)

Kuyucaklızade Mehmed Atıf Bey, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Küllî Kaideler Şerhi, Hzr. Veysel K. Bilgiç, vdğ. İst. 2020, sh. 99-101.

Ahmed Ziya Efendi, İslâm Hukukunun Genel İlkeleri-Kavâid-i Külliye Şerhi, Hzr. Prof. Dr. A. Osman Koçkuzu, İst. 1996, sh. 66-67.

Hayrettin Tanrıverdi, Pratik İslâm Hukuku, (Baskı, yer ve tarih yok) sh. 110-113.

Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İst. T.y. c. 1, sh. 264.

Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, (Fıkıh Terimler Ansiklopedisi) Sadeleştirenler: Hayrettin Yücesoy, vdğ. Ank. 1996, c. 1, sh. 292-293.

Hilmi Ergüney, Mecelle Küllî Kaideler, İst. 1965, sh. 51-52.

Doç. Dr. Mustafa Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kaideleri, Manisa, 2001, sh. 88-89.

Hâkim A. Refik Gür, Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle, İst. T.y. sh. 50-51.

Dr. Abdullah Demir, Mecelle ve Küllî Kaideler, İzmir, 2011, sh. 71.

Dr. Serkan Çelikan, Mecelle’nin Küllî Kaidelerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ank. 2021, sh. 201-228.

Mustafa Çelik, Kavâid-i Fıkhiyye Şerhi, Ank. 2002, sh. 161-167.

  1. Bakara, 2/125.
  2. Hud, 11/18.
  3. Hud, 11/113.
  4. Ebu’t-Tâhir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed Firuzâbâdî, Tenvîrü’l-Mikbas Min Tefsir-i İbn Abbas, çev. Cevher Caduk, İst. 2016, c. 2, sh. 721.
  5. İmam Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 1999, c. 9, sh. 166-167.
  6. Bkz. İmam Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, çev. Dr. Ali Şafak, İst. 1976.

İbn Teymiyye, Şer’î Siyaset, çev. Soner Duman, İst. 2022.

Şihâb en-Neyrîzî, Miftâhu’s-Sa’âde fî Kavâidi’s-Siyâde, çev. Abdollah Dodanyeh, İst. 2018.

Süleyman ed-Demici, el-İmâmetü’l-Uzma-İslâm’da Devlet Başkanlığı, çev. İbrahim Cücük, İst. 1996.

Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi-Şerhu’l-Akâid, çev. Süleyman Uludağ, İst. 1991, sh. 319, vd.

  1. Âl-i İmrân, 3/110.
  2. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.
  3. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 15, Hds. 55.

İmam Buhârî, el-Edebu’l-Müfred, B. 225, Hds. 490.

İmam Beyhakî, Beyhakî Külliyatı-Allah’ın İsimleri ve Sıfatları, çev. Hasan Yıldız, İst. 2019, c. 1, sh. 466, Hds. 459.

  1. Sahih-i Buhârî, Kitabu’L-Mezâlim, B. 4, Hds. 5.

Kitabu’l-İkrâh, B. 7, Hds. 12.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 16, Hds. 62-63.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 58, Hds. 2356.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 15, sh. 544-545, Hds. 25514-25516.

İbn Hibbân, Sahih-el-İhsân fî Takribi Sahih-i İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 6, sh. 425, Hds. 5167.

  1. Mâide, 5/2.
  2. Ebu’d-Derdâ (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Âlimler, Peygamberin vârisleridir.”

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B. 1, Hds. 3641.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B. 19, Hds. 2822.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 17, Hds. 223.

Sünen-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, B. 11. (Bab başlığında.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, sh. 404, Hds. 569.

  1. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, çev. Mehmet Savaş, İst. T.y. c. 15, sh. 145.
  2. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar, c. 15, sh. 140.
  3. Bkz. Âl-i İmrân, 3/31-32.  Ahzab, 33/21. Nisa, 4/59,80.
  4. Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2017, c. 1, sh. 545.

İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye-Büyük İslam Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, c. 1, sh. 92.

  1. Ebu’l-Hasan el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Necdet Çağıl-Necati Tetik, İst. 2019, sh. 465.

Celâleddin es-Suyutî, Esbâbü’n-Nüzûl, çev. Abdulcelil Alpkıray, İst. 2015, sh. 589-590.

Abdulfettah el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986, sh. 430.

İmam Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, çev. İshak Doğan, Konya, 2019, sh. 338, Hds. 751.

  1. Ayet-i kerimelerde, Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni dost edineceklerdi.

Eğer Biz, seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun onlara az bir şey (de olsa) meyledecektin.

Bu durumda Biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık. Sonra Bize karşı bir yardımcı bulamazdın.” İsra, 17/73-75.

  1. Abdulfettah el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl, sh. 241. İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye’den.

Celâleddin es-Suyutî, Esbâb-‘n-Nüzûl, sh. 335.

Celâleddin es-Suyutî (rh.a.) der ki:

“Bu ayetin nüzul sebebinde rivayet edilenlerin en sahihi bu olup isnâdı ceyyiddir ve bunu destekleyen başka şahidler de vardır.”

Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’l-Me’sûr, çev. Hasan Yıldız, İst. 2012, c. 9, sh. 357. İbn İshâk, İbn Ebî Hâtim ve İbn Merdûye’den.

  1. Dr. İsmet Polatcan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası-Gerçekler, Anayasa Mahkemesi Kararları, Bilimsel Görüşler, İst. 1989, sh. 210.
  2. Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Azze ve Celle buyurur:

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.” Mâide, 5/44.

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.” Mâide, 5/45.

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanların tâ kendileridir.” Mâide, 5/47.

  1. Bkz. Furkan, 25/43-44. Casiye, 45/23.

Ra’d, 13/4

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul